Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli

Anadolu’nun nefesi I
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli

“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde,
Hak’kın yarattığı her şey, yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın, erkek farkı yok,
Noksanlıkla, eksiklik senin görüşlerinde.”

Anadolu’nun kültürel yapısı içinde 13.yüzyılda devrim niteliğinde değişimler yaşanıyordu. Horasan ve Türkistan bölgesinden özellikle Moğol baskısı ile kitleler halinde Anadolu'ya akan Türkmen toplulukların önemli bir bölümü, yurt tutup çerağ yakma ve birlik sağlama amacı içindeydi. Anadolu’ya gelen erenler içinde Hacı Bektaş Veli’nin adı özellikle bu asrın ikinci çeyreğinden itibaren önem kazanmaya başlıyordu.

Gülşehiri’nde Sulucakarahöyük’te kerametleriyle civar illerde adından sıkça söz ettiren bir er çıkıyordu meydana. Adı Bektaş olan, hakikatten haber vererek Hace sonra da Hünkâr adını alan bir ışık, ilmi ile aydınlık saçıyordu çevresine. Mücadeleci, akılcı, gelenek  ve değerlerine bağlılığının yanında keramet sahibi olması O’nu yüceltiyordu.

Ahmet Yesevi ile bağlantısı ve Lokman Perende
Velayetname’ye göre Hacı Bektaş, Horasan’da Nişabur kentinde doğdu. Sekizinci İmam Ali Er-Rıza soyundan gelmektedir ve soyu, Hüseyin’den dolayı Ali’ye çıkıyordu. Aynı şekilde Ahmet Yesevî de Muhammedî el-Hanefi’den dolayı Hz. Ali’ye bağlanır.

Ahmet Yesevi 99 bin Türkistan pirinin piri olarak anılıyordu. Fuad Köprülü, Yesevi’nin İslamı Türk inançlarıyla sentezlediğini, kadınlı ve erkekli ibadet yapıldığını ve bu ibadetlerde şaman kültüründe olduğu gibi bazı çalgıların kullanıldığını ifade etmektedir. Hoca Ahmet Yesevi’nin Turna donuna girmesi de şamanizme işaret etmektedir. Bu da Türkmen halkı içinde Yesevi’nin Pir olarak kabul edilmesinin önemli sebeplerinden biri olarak açıklanıyor.

Velayetname’ye göre Hacı Bektaş Velî, Ahmet Yesevî’nin müridi Lokman Perende’ye bağlıdır. Abdülbaki Gölpınarlı, Lokman Perende adını taşıyan üç kişiden söz eder: Birincisi Şeyh Lokman-i Serasi’dir ve 1048’de ölmüştür. İkincisi, Hüseyin Baykara zamanında Herat’ta yaşamış bir şeyhtir, 1492-93’te ölmüş ve buraya gömülmüştür. İkisi arasında 14. yüzyılda Erdebil’de yaşamış olan ve Safaviler’in Anıtkabri sayılan türbeye gömülmüş olan bir başka Lokman Perende bulunmaktadır. Mezarı, Şeyh Safiyuddin İshak’ın (öl. 1334) oğlu Şeyh Sadreddin Musa (1334-1392) tarafından yaptırılmıştır. Bu veriler başka bir kişinin varlığına işaret etmektedir. Burada perende sözcüğü üzerinde de durmak gerekir. Perende uçan anlamına gelmektedir. Bu isim gezginci dervişlere verilen bir isimdir. Şems-i Tebrizi de Şemsi Perende olarak bilinmektedir. Dr. İsmail Kaygusuz’a göre Lokman Perende, Şemsi Tebriz-i’dir.


Rum diyarına gelişi
Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşa O’nun Anadolu’ya gelişi hakkında şunları yazmaktadır:
“Hacı Bektaş kim, Horasan’dan kalkdı bir kardeşi dahi vardı, Menteş derlerdi. Bile kalkdılar geldiler; Doğru Sivas’a geldiler ve ondan Baba İlyas’a geldiler ve ondan Kırşehir’e vardılar ve ondan Kayseriye geldiler. Kayseri’den kardeşi Menteş yine Sivas’a vardı; onda eceli mukaddermiş, anı şehid ettiler, bundan kıssası çoktur, cemiisine ilmim yetmiştir, bilmişimdir. Hacı Bektaş Kayseri’den Karayol’a(Sulucakarahöyük) geldi. Şimdi mezar-ı şerifi ondadır.”
M.Fuad Köprü Hacı Bektaş Veli'nin, Baba İlyas ve Baba İshak ile bağlantılı olduğunu yazmaktadır.
Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya girişinin 1223-1234 yılları arasında olduğu sanılıyor. 1209-1271 yılları arasında yaşadığı ve Hak’ka yürüdüğü genel olarak kabul edilse de, Vilayet-Name’de Osman Gazi’nin de adının geçiyor olması O’nun 1280-85 yılları arasında Hak’ka kavuşmuş olabileceğini de düşündürüyor.

Kırşehir’de Şeyh Süleyman b.Hüseyin el-Mevlevi b.Şemseddin vakfiyesinde yazan, “fi nahiyetil Hacc Bektaş kuddise sırrıhu” ve “ve’t-tahriru fi evaili şehri Muharremmil-haram min suhuri seneti seb’in ve tis’ine ve sitte-mie” ibaresi, 1297 Muharrem ayını belirtmekte olup, M.Esad Coşan’ın araştırmaları ile bulunan bu kayıtta geçen “kuddise sırrıhu”, Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu tarihte hayatta olmadığını göstermektedir.

Vilayet-Name’de ise Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişi şöyle tasvir edlmiştir:
“Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Rum ülkesine yaklaşınca mânâ aleminden Rum erenlerine esselamü aleyküm Rum’daki erenler ve kardeşler diye selam verdi. Bu sırada Rum ülkeside eliiiyedibin Rum ereni, sohbetteydi, meclisteydi. Rum’un gözcüsü de Karaca Ahmet’di.Hünkar’ın selam verdiği Fatıma Bacı’ya malum oldu. Bu kadın Sivrihisarda Seyyid Nureddin’in kızıydı, henüz evlenmemişti, meclisteki erenlere yemek pişirmekteydi. Karaca Ahmed de Seyyid Nureddin’in müridiydi. Fatıma Bacı ayağa kalkıp Hünkar’ın bulunduğu tarafa döndü, elini göğsüne koydu, üç kere alaykümselam verdi yerine oturdu. Meclistekiler bu hali görünce kimin selamını aldın dediler. Fatıma Bacı, Rum ülkesine bir er geliyor, siz erenlere selam verdi, onun selamını alıyoruz dedi. Erenler, dediğin er ne taraftan geliyor dediler. Fatıma Bacı, kendisi dedi Horasan erenlerinden fakat şimdi Beyt-Allah tarafından geliyor.”

Sulucakarahöyük
13. asırda Moğollar, Anadolu Selçuklu Devleti yönetiminde çok baskın bir yapıya sahiptiler. Ahilik örgütü bu yapya karşı büyük mücadeleler veriyordu. Kırşehir(Eski adı Gülşehir) ve Sulucakarahöyük’te bulunan Hacı Bektaş-ı Veli Horasani, tasavvuf anlayışı bakımından Ahi Evren Hace Nasirüd’din ile farklılık göstermiyordu. Bu bakımdan Hacı Bektaş’ın, dostu ve gönüldaşı Ahi Evren gibi Mevlana ve çevresi ile arasının iyi olmadığı söylenebilir. Nitekim Konya’da Hacı Bektaş ve halifeleri saray yönetiminin de (zamam zaman değişse de) pek sevmediği “Türkmen topluluğu şeyhleri” olarak anılıyordu.  

Felsefesinin merkezine insan ve tanrı bütünlüğünü yerleştirerek hiç bir toplumu ayıplayıp hor görmeyen Hacı Bektaş-ı Veli’nin Horasan ve Rum erenleri üzerindeki etkisini anlatmak için O’nun Taptuk Emre ile olan iletişimini de dile getirmek yerinde olacaktır:

“Rum erenleri Hacı Bektaş-ı Veli’ye gidecekleri vakit Emre’ye haydi dediler, sen de bizimle gel. Emre çok kuvvetli bir erdi. Dost divanında bütün erenlere nasip üleştirirken Hacı Bektaş adlı bir er görmedik dedi. Hacı Bektaş’a gitmedi. Hacıbektaş’a Emre’nin sözünü haber verdiler. Hünkâr Sulucakaraöyük’te, Kadıncık Ana’nın evine yerleşince her taraftan muhip, mürit gelip ıhtırılmaya başladı. Hünkâr Saru İsmail’i göderip Emre’yi çağırttı. Emre yanına gelince Hacı Bektaş, siz dedi, dost divanında erenlere nasip üleştiren Hacı Bektaş adlı bir kimse görmedik demişsiniz.  Emre, o divanda bir yeşil perde vardı dedi, onun ardından bir el çıktı bize nasip üleştirdi. O elin avucunda latif, yeşil bir ben vardı, şimdi bile görsem tanırım. Hacı Bektaş elini açtı. Emre Hacıbektaş’ın avucunda o güzelim yeşil beni görürgörmez üçkere, “Tapduk Hünkârım” dedi. Bundan sonra adı Tapduk Emre kaldı. Emre başındaki tacı çıkarıp Hünkara teslim etti. Hünkâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp makamına döndü.”

Hacı Bektaş’ın evrensel ışığı
Türkmen topluluklarında görülen kadın ve erkek eşitliğine verdiği önem, eski Türk geleneklerinin mevcudiyeti ve korunması yolundaki fikirleri, hoşgörüyü temel alması, Tanrı-insan arasındaki mutlakiyette ve İslamın bir halk İslamı olarak yorumlanmasına kattığı değerleriyle Hacı Baktaş-ı Veli, serçeşmenin başı olarak geçmişte olduğu gibi bugün de Anadolu’da kabul görmekte ve yaşatılmaktadır.

Moğol baskısının arttığı dönemde birlik ve beraberliğin önemine işaret eden Hacı Bektaş Veli’nin,

“Dostumuzla beraber yaralanır kanarız,
Her nefeste aşk ile yaradanı anarız.
Erenler meydanına vahdet ile gir de gör,
Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız”

dörtlüğü “Bir, diri ve iri olma”nın yolunu göstermektedir. O’nun “Kadınları okutunuz” söylemi de toplumlarının gelişmesinin kadınlarla birlikte olacağının bir göstergesidir ve 13.asır için önemli bir ufuktur. Hacı Bektaş Veli erkek ve kadının eşitliğine önem vermiş, kendi meclisinde bunu da şöyle dile getirmiştir:

“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde,
Hak’kın yarattığı her şey, yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın, erkek farkı yok,
Noksanlıkla, eksiklik senin görüşlerinde.”

“Hiçbir milleti ve toplumu ayıplamayınız”, “Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız” ifadeleri ise Hacı Bektaş Veli’nin engin hoşgörüsünün yansımadır. Bu ifade tüm meleklerin secde ettiği insana verdiği değerin de bir ölçütüdür. İnsanın kendi benliğini, nefsini yenmesi ancak büyük bir mücadele ile olur ve bu mücadele çok zordur. İnsanı, hakikate ulaştıran bu ideal yol,

“Sevgi muhabbet kaynar yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir gül açar bağımızda,
Hırslar, kinler yok olur aşkla meydanımızda,
Aslanlarla ceylanlar dosttur kucağımızda”

ifadelerinde de görüldüğü gibi, benliğin terbiyesi ile olur. Bu terbiye insanın özündeki tanrısal nuru ortaya çıkarır. Tüm canlılara aynı nazarda bakabilmeyi tanımlar. Bu, evrensel aşkın bir gereğidir.


Dört kapı kırk makam
“Şerîat, tarîkat yoldur varana,
Hakîkat, mârifet andan içerü”
                    Yunus Emre

Hacı Bektaş-ı Veli öğretisinde gerçeğe yani Hak’ka ulaşmanın 4 temel aşaması ve bu aşamalara ait 40 makamı yer alır. Bu dört kapı “Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat”tir. Şeriat’ı hava, Tarikat’ı ateş, Marifet’i su, Hakikat’ı ise toprak temsil eder. Batıni anlamda şeriat her daim gönlünde yaradanı taşımaktadır. Tarikat yanmaktır, nefsini yok etmektir; marifet arınmaktır, Hakikat ise sırra ulaşmaktır. Bu kapılardan veya makamlardan herhangi birinin eksik olması gerçeğe ve Hak’ka ulaştırmaz. Bu nedenle dört kapı kırk makam eksiksiz olarak tamamlanmalıdır. Bu aşamaları tamamlayan kişi insani kamil olur.

Özetle, “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyen Hacı Bektaş-ı Veli, fikir ve görüşleriyle 700 yılı aşkın süredir yalnızca Anadolu’da değil uluslararası alanda da yaşatılmaktadır. O’nun, insanı hakikate ulaştıran inançsal ve felsefi düşüncesi kitleleri günümüzde de etkilemeye devam etmektedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da önemli rol oynayan bu gelenek, Halk İslamı’nın da Anadolu’daki öncülerindendir.


Mehmet ZENGİN, 24 Şubat 2015, İstanbul


Kaynaklar
- Alevi Bektaşi Klasikleri - Makalat, Türkiye Diyanet Vakfı, s.14
- Manakıb-ı Hünkar Hacıbektaş-ı Veli, Vilayetname, Abdülbaki Gölpınarlı, s.18
- Ord.Prof.Dr.M.Fuad Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, s.41,42,43,50
- Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Ali’nin Sırrı, Rıza Zelyut, s.267
- Selçuklular zamanında Konya’da dini ve Fikri Hareketler Prof.Dr.Mikail Bayram, s.93,94,95
- Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, Kuruluş, Halil İnalcık, s.74,75,76,77
- Alevilik ve Aydınlanma, Esat Korkmaz s.169,276
- http://aregem.kulturturizm.gov.tr/TR,12599/haci-bektas-velide-ahmed-yesevi-ve-lokman-perende-bagla-.html
- http://www.ismailkaygusuz.com/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nefes mi, buğday mı? Yunus Emre

Sarı Saltık