Rum Abdalları (Horasan Erenleri)


Anadolu’nun nefesi II
Rum Abdalları

Anadolu Selçuklu Devleti(1077-1308) tarih sahnemizde incelenmesi gereken önemli bir dönemi kapsıyor. Her nedense çok fazla irdelenmeyen bu süreç, sonuçları açısından Anadolu coğrafyasında zincirleme cereyan eden gelişmelerin de izlerini taşıyor.

Düşünce, sanat ve imar alanlarında büyük değişimlerin meydana geldiği Anadolu Selçuklu döneminde yapılan yenilikler ve mimari dokudaki gelişmelerin Osmanlı’ya miras kalması bir yana, bu toplu miras içindeki fikirsel ve tasavvufi akımlar Osmanlı’nın önünü açmış ve manevi temele de dayalı bir ruh oluşturmuştur.

13. yüzyılda Horasan Erenleri olarak adlandırılan dervişler; Haydari, Kalenderi, Vefai ve Yesevi idi. Aşıkpaşazade’nin Rum Abdalları olarak tanımladığı bu topluluklar, gerçekte olmayan bir Abdallık tarikatı değil, Babai hareketi mensubu heteredoks anlayışa sahip dervişler ve şeyhlerden oluşuyordu. Baba İlyas’ın torunu Elvan Çelebi Baba İlyas müritleri için Abdal kelimesini kullanmıştır. Böylelikle Rum Abdalları’nın Babai hareketiyle olan bağlantısını açığa vurmuştur. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin ittifak kurduğu bu yapı içinde olan kayınpederi Şeyh Ede Balı’nın da Bektaşilerle iç içe varlık kuran Ahilerin ileri gelenleri arasında olduğu unutulmamalıdır.

Anadolu’ya göç
13. yüzyılın ilk çeyreğinde, Moğol akınları yüzünden Orta Asya’dan göç etmek zorunda kalan boyların büyük kısmı Anadolu’ya aktı. Harzemşahlar ile Karahıtaylar arasındaki çatışmalar nedeniyle Fergana bölgesindeki topluluklar da Anadolu’ya girdi. Ancak konar göçer yaşayan bu topluluklar ile yerleşik olanlar arasında uyuşmazlıklar baş gösterdi. Yerleşikler, konar göçerleri aşağılamaya, hatta zorba ve dinsiz Türkler gibi terimlerle suçlamaya başladılar. Konar göçerlerin hayvanlarına otlak ararken ekili alanları talan ettikleri yönündeki suçlama ve iddialar da vuku gösterdi. Yani yerleşiklerle konar göçer Türkmenlerin hayat tarzı Anadolu Selçukluları döneminde problem teşkil etti. Bu problem belirli dönemlerde bazı Selçuklu Sultanlarının Türkmenlere olan olumlu bakış açısı sayesinde zamam zaman aşıldı. Ancak yine de uzun süren bir mücadelenin kıvılcımı oldu.

Uluğ Keykubat
1227-1237 yılları arasında Alaaddin Keykubat’ın sultanlığı dönemi, konar göçer guruplar ve devlet açısından da parlak bir dönemi ifade ediyor. Ahiliğin teşkilatlanması ve Türkmenlerle Ahiler arasındaki köklü temas sonucunda Keykubat’a o kadar büyük bir sevgi-saygı duyulmaya başladı ki Türkmen grupları arasında Sultan Alaaddin, “Uluğ Keykubat” olarak vasıflandırıldı. Ancak Alaaddin Keykubat’ın, büyük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından zehirletilerek öldürülmesi ise sancılı bir dönemin başlamasına sebebiyet verdi. 1237’den itibaren Vezir Sadettin Köpek’in tecrübesiz Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’i yanlış yönlendirmesi halk arasındaki hoşnutsuzluğu artırdı. Türkmenler yine yönetimden dışlanmaya başlandı.

Babai Kıyam’ı
Babailer gönüllere girmekte zorluk çekmemişler, Türkmen topluluklara yol göstermişlerdir. Elvan Çelebi, Babai dervişlerinin Anadolulu Hıristiyan ve Yahudiler kadar pagan kültürüne sahip Moğollar üzerinde de etki yarattığını, onların kalplerini ve zihinlerini kazanabildiklerini vurgulamaktadır.
Baba İlyas’ın yakalanması ve idam edilmesi O’nun yerleşik hayata geçmeye çalışan Türkmenler arasında bir önder olarak görüldüğünü de deşifre etmektedir.

Aslında bu ayaklanmayı doğrudan Baba İlyas’a(Horasani) yüklemek çok doğru olmayacaktır. Harzemşah Sultanı Kayır Han’ın Keyhüsrev’e sığınması sonrasında hapsedilmesi ve isyan edeceği şüphesiyle idam ettirilmesi, Harzemşah halkını ayaklanmaya sürüklemiş, zaten Gıyaseddin Keyhüsrev’in yönetimden memnun olmayan diğer Türkmen boylarının da bu isyanı desteklemesine neden olmuştur. Böylece kıyam büyümüştür. Ahmet Yaşar Ocaktan’ın araştırmalarına da bakacak olursak Amasya’da bulunan Baba ilyas halk arasında çok sevilmekte ve saygı duyulmaktadır. Ancak Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüerev’in vergileri artırması zaten geçimini zor temin eden Türkmenleri ayaklanmaya zorlamıştır. Adıyaman’da O’nun müritlerinden Baba İshak kuvvet oluşturmuş, Baba İlyas’ın tutuklanması üzerine Amasya’ya yürümüş, ayaklanma daha da büyümüştür. Selçuklu ordusu ise bu ayaklanmayı bir süre engelleyememiştir.

1240 yılında gerçekleşen bu isyan heteredoks inanca sahip Türkmenlerin ve Türkmen babalarının kıyıma uğramasına neden olmuştur. Elvan Çelebi’nin de belirttiğine göte, Kırşehir’de Malya Ovası’nda yapılan son savaşta yorgun ve düzensiz Babai hareketi paralı Frenk askerlerinin de yer aldığı Selçuklu Ordusu karşısında tutunamadığını belirtmektedir. Bu savaşta Bababiler kılıçtan geçirilmişlerdir. Elvan Çelebi kıyımdan kurtulabilen Türkmen babalarının Hacı Bektaş Veli safında toplanmaya başladığını yazmaktadır. Bu cümleden Hacı Bektaş Veli’nin ayaklanmada yer almadığı anlaşılmaktadır.

Moğolların kıyımı
Bu ayaklanma Selçuklu Devleti’nin ordusunda doğal olarak bir zayıflama meydana getirmiş olmalıdır. Zaten tetikte bekleyip fırsat kollayan Moğollar bu durumdan yararlanmak istemişlerdir. Ancak olayların gelişim seyri sarayın uyguladığı yanlış politikaların bir ürünüdür. Bu seyir Moğolların Anadolu’ya da girmesine neden olmuş 1243 Kösedağ Muharebesi ile Selçuklu’nun Moğol buyruğuna girilmesine sebebiyet vermiştir. Ancak başta Horasan Erenleri olmak üzere Ahiler saraya rağmen Moğol’a karşı duruş sergilemeye devam etmişlerdir. Moğollar’ın savaşın devamı olarak Konya’ya yürürken  Kayseri’de direnç gösteren Ahileri ve Bacıyan-ı Rum’u kılıçtan geçirdiklerini de belirtmek gerekir. Moğollar, Anadolu’yu işgal ettikten sonra, kendi iktidarlarına muhalif olan Türkmenleri organize eden fikir adamlarına karşı amansız bir mücadeleye girişmişler, özellikle 1350’ye kadar Türkmen, Ahi ve dervişleri ya katletmişler ya da ülke dışına sürmüşlerdir. Bu noktada, Ahi Evren ve Hacı Bektaş Veli’nin Mevlana Celaleddin-i Rumi ile olan münasebetlerinin de irdelenmesi gerekmektedir.

Mevleviler Moğol işgaline neden sessiz kaldılar?
Fuad Köprülü’nün araştırmalarında Selçuklu ve Osmanlı’nın kuruluş dönemlerinde Mevlevilerden söz ederken, ”Mevleviler daha Celaleddin-i Rumi’den başlayarak Türkmen babalarına fena gözle bakmışlar, onları kendilerine rakip görmüşler ve Moğol istilasını müteakip onlara(Moğollara) aleyhdar bir vaziyette bulunmamak için bir aralık Karamanlılara karşı bile Moğolların hâkimiyetini tercih etmişlerdir” ifadesinin yer alması Türkmenlerle Mevleviler arasında bir mücadelenin yaşandığına işarettir. Halil İnalcık’ın Kuruluş eserinde de Moğol egemenliği döneminde Mevleviler’in çok etkin olduğu yazılmaktadır. Hatta eserde, Mevleviyye ve Rufaiyye gibi tarikatların Selçuklu sonrasında da Bizans ordularına karşı çıkmak yerine, zikir ve semayı tercih ettiklerine yer verilmesi ise çok önemli bir saptamadır. Bu tespitler, Mevlevilerin saray imkânlarından fevkalade yararlandıklarını ve bu nedenle de Moğollara karşı bir cephe almadıklarını açıklamaktadır. Yani, Moğol işgaline karşı verilen mücadelede Mevleviler, Ahilerin ve Hacı Bektaş-ı Veli başta olmak üzere Horasan erenlerinin ve diğer Türkmen Babalarının yanında yer almamışlardır. Ahilere ve Hacı Bektaş halifelerine(Bektaşiye) ait vakıflar ise Mevlevilere verilmiştir. Türkmenler, vakıflardan el çektirildikleri için ekonomik olarak büyük zorluklara maruz kalmışlardır.

1260’ta Kırşehir’de Moğol asıllı Nureddin Caca’nın gerçekleştirdiği ve Ahi Evren Hace Nasuriddin Mahmud ile beraberindekilerin öldürülmesinin ardından Türkmenlerin ve Ahilerin uç boylara yani batıya göç ettikleri görülmektedir. Prof. Bayram, Osman Gazi’nin kayınpederi Şey Ede Balı, oğlu Ahi Mahmud ve Ahi Hasan’ın da katliamdan kurtulup batıya gittiklerini belirtmektedir.  

Hacı Bektaş ve Osmancık
Vilayet-Name’de Osman Gazi’den bahsedilmesi Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Horasan Erenleri’nin üstelendiği rolün anlaşılması açısından önemli yer tutar. Osman’ın Selçuklu Sultanı tarafından Hacı Bektaş’a gönderilmesi, Hacı Bektaş-ı Veli’nin 1280’lerin ortalarına kadar yaşadığı sonucunu düşünmemize neden olmaktadır. Vilayet-Name’de geçen olayda Osman Bey kayı yiğitlerini katına toplamış, Yarhisar, Bilecik, İnegöl, İznik taraflarına akınlar düzenlemiştir. Ancak bu durum Bursa Beyi ile Selçuklu’nun barış içinde olmasına bir sekte vurmuş, haber gönderilerek vaka Sultan Alaaddin’e bildirilmiştir. Sultan Alaaddin Osman’ı yakalatarak Konya’ya getirtmiştir. Selçuklu Sultanı, vezirlerinin de tavsiyesi ile Osman’ı Hacı Bektaş’a göndermiştir:
“Şeyhimiz, azizimiz, peygamber soyu Hacı Bektaş Hünkar’a bir nice güvenilir kişiyle yollayın, bakalım, bunu hakkında ne buyurur? Her ne der, her ne yaparsa o adamlar bize yazsınlar da biz de ona göre hareket edelim dedi. Hünkar, Kavus Han’ı Müslüman edeli Sultan Alaeddin Hünkar’a adamakıllı muhip olmuştu. Başına ne gelse Hünkar’a bildirir, O’na danışırdı, ne derse ona göre hareket ederdi. Sultan Alaeddin’in adamları çıkageldiler, padişah adamlarının geldiğini haber verdiler.
Hacı Bektaş-ı Veli Osman’ın yüzüne baktı, sefa geldin Osman’ım, kadem getirdin,başındaki tacı çıkar, ileri gel dedi. Osman Huzura geldi, diz çöktü. O tacı(Elifi tac) tekbir edip Osman’ın başına giydirdi. Belindeki kemeri çıkardı, tekbirleyip Osman Bey’in beline kuşattı. Önündeki çerağı uyandırdı, tekbirledi, öğüt vererek Osman Bey’in eline sundu. Önüne yayılan sofrayı aldı, Osman’ın önüne koydu. Bunları al dedi, seni din düşmanlarına havale ettik. Senin başındaki tacımızı gören kafirler, kılıcına karşı duramasınlar, kılıçları seni kesmesin. Nereye varırsan üst gel, önünden sonun gür gelsin, kimse senin soyunun sırtını yere getirmesin. İşte geldin, nasibini aldın. Sonra Padişah adamlarına varın, oğlumuz Sultan Alaeddin Padişaha söyleyin, buna yüce bir makam versin, O’da, bizim gibi, kafirlere havale etsin bunu dedi.”

Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evren, Şeyh Edebalı, Tapduk Emre, Abdal Musa, Saru Saltuk, Kaygusuz Abdal, Yunus Emre, Geyikli Baba, Saru İsmail... vb. isimler Anadolu Erenlerindendirler ve bu coğrafyada çok önemlidirler. 13. yüzyıl Anadolu sufiliği ve fikir dünyasının bu ileri gelen şahsiyetleri yaşamaya devam edecektir.

Mehmet ZENGİN, 15 Mart 2015, İstanbul


Kaynaklar
- Osmanlı’nın Manevi Temelini Oluşturan Gerçek, Cemal Canpolat, s.75,76.
- Baba İlyas ile Baba İshak neden isyan etti? Ayşe Hür, Radikal, 03.03.2013
- Anadolu’da İslamiyet, Ord.Prof.Dr. M.Fuad Köprülü, s.30,40,41,50,51.
- Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, Halil İnalcık, s.75,76,77,78,79.
- Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi, Prof.Dr.Mikail Bayram, s.245,246,247,248,249,250,251,253.
- Ariflerin Menkıbeleri, Ahmed Eflaki, s.331
- Selçuklular Zamanında Konya’da Dini ve Fikri Hareketler, Prof.Dr. Mikail Bayram, s.93,94,95.
- Kayıp Medeniyet II Selçuklular, Zehra Aydüz, s.96,97,98,99.
- Vilayet-Name, Abdülbaki Gölpınarlı, s.71,72,73,74,75.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nefes mi, buğday mı? Yunus Emre

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli

Sarı Saltık