Kaygusuz Abdal(Alai Gaybi)


Anadolu’nun nefesi 4
Kaygusuz Abdal(Alai Gaybi)

Kaygusuz Abdal, milli bir şair ve nasridir. O’nun 14.yüzyılın ikinci çeyreği ile 15. asrın ilk yarısında yaşadığı tahmin edilmektedir. 1341-42’de dünyaya gelmiş olduğu konusunda ortak görüşler bulunmaktadır. 1444 yılında görünür alemden ayrıldığını belirtenler olduğu gibi daha erken bir vakitte 1420’lerde Hak’ka yürüdüğünü söyleyenler de mevcuttur. Yunus Emre gibi halk dilini kullanmış, Türkçe’nin tüm özellilklerini kalemiyle, düşünceleriyle yüzyıllara miras bırakmıştır.

Kaygusuz Abdal şiirlerinde “Miskin Kaygusuz”, “Kul Kaygusuz”, “Sarayî”, “Miskin Sarayî” gibi mahlaslar da kullanmıştır. Kendisinden “Baba Kaygusuz”, “Kaygusuz Baba”, “Kaygusuz Sultan”, “Kaygusuz Sultan Abdal” diye bahsedilmektedir.

Metamorfoz
Başka bir canlı sıfatında görünerek don değiştirme olayına Anadolu’daki anlatılarda çok rastlanır. Horasan’dan Anadolu’ya gelen Türkmen erenlerinde sıkça rastlanılan bu özellik, Orta Asya’dan kalma eski şaman ve Türk inaçlarının devamıdır, ritüelidir.

Geyik, çok karşılaşılan bir semboldür Horasan Erenleri’nin menkıbelerinde. Geyikli Baba geyiklerle söyleşir, İbrahim Edhem bir geyik görerek onu takip eder ve geyik dile gelerek konuşur, Abdal Musa da geyik donuna girer. Ahmet Yesevi turna, Hacı Bektaş Veli güvercin olur, zahir alemde.

Dondan dona girmek yani varlıksal sıfatı değiştirmek, her cana kıymet vermek anlamındadır; masumiyeti simgeler ve toplumsal bir imgedir Orta Asya’dan Ön Asya’ya taşınan. Alanya Beyi’nin oğlu Gaybi’nin de Abdal Musa ile tanışması bir don değiştirme vakası ile başlar...

“Her gördüğün cana ok atmayasun”
“Teke ili Alaiye Sancak Beyi’nin oğlu Gaybi Beg, on sekiz yaşında iken tevabilerinden bir kısım kişilerle ava çıkar. Begzade bir tepe üstünde avlanırken bir ahu görür. O esnada ahu onun önüne çıkagelir. Gaybi Beg onu görünce hemen tirkeşinden bir ok çıkarıp kirişe kor, nişan alır ve oku atar. Kirişten çıkan ok ahunun sol koltuğunun altına saplanır fakat ahu yıkılmaz sıçrayıp kaçar. Gaybi Beg’de ardına düşer. Ahudan durmadan kan akar. Gaybi Beg de onun kaçışına bakar. Ciddi bir şekilde onun üzerine at sürer. Dağlar, vadiler geçilip nihayet bir sahraya inerler.

Yaralı ahu büyük bir asitane kapısından içeri girer. Gaybi Beg de arkasından dergâha girerek, dervişlere geyiği sorar. Meğer o sahradaki bu dergâh, velayet erenlerinden Seyyid Abdal Musa Sultan’a aitmiş.
 Dervişler Gaybi Beg’i görüp karşıladılar ve atının dizginini tutup:
“-Buyrun ziyarete geldünüz ise aşağı inün” dediler. Gaybi Beg:
“-Buraya oklanmış bir ahu geldi, o benüm şikarumdur, nice oldı, onı bana virün”dedi. Dervişler de:
“-Buraya böyle bir ahu gelmedi ve biz görmedük” dediler. Gaybi Beg:
“-Hiç dervişler yalan söyler mi, niçün inkar idersinüz? Ben ahuyu kendi gözlerimle gördüm, buraya gelüb içerü girdi” dedi. Dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler:
“-Bizüm haberimiz yok, bilmiyoruz” dediler. Begzade bu durum karşısında hayli melül ve perişan oldu. Bir müddet öyle kaldı.
“-Acep bu ahu nice oldı, nereye gitdi? Bunlardan gayri kimünle söyleşşek?” diye düşünürken dervişler dergaha doğru dönüp:
“-Sultanum! Alaiye Sancagı Begi oglı Gaybi Beg buraya gelüp bizden şikar taleb ider” dediler. Bu esnada zaten durumu içeriden dinleyen sultan:
“-Onu benim katuma getirin, gelsün ben ona cevab vireyüm” dedi. Dervişler Gaybi Beg’e:
“-Sizü erenler gelsin diye buyurdular. Hem ziyaret kılasunuz, hem de kifayetlü cevap alasunuz” dediler.
Gaybi Beg de sultanın bu hitabını işitdi ve hemen atından aşağıya inerek:
“-N’ola varalum, o mübarek cemalüni görelim, ellerini büs idüb, hak-i payüne yüzümüzi sürelüm” dedi.

İçeri meydana girdi, sultanı gördü, hemen eğilerek selam verdi, ileri yürüyüp selam verdi, elini öptü, alnını yere koyup hak-i payine yüzünü sürdü. Daha sonra geri çekilip karşısında el kavuşturarak ayakta durdu. Seyyid Abdal Musa Hazretleri onun selamını izzetle aldı:
“-Hoş geldiniz oglım, sefa geldünüz, kadem getirdinüz. Gönlün dilegün nedir, dile bizden, söyle işidelüm bilelüm” dedi.

 Gaybi Beg keyfiyet-i hali beyan etti. Vakıayı olduğu gibi anlattı. Sultan:
“-O ahu neden senün şikarun oldı” diye sordu. Gaybi Beg:
“Sultanum, ben onu ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koşdum. Çok menzil aldı, yorıldu, güç ile buraya geldi!” cevabını verdi. Sultan:
“-O okı görünce bilür müsün?” diye sordu. Gaybi Beg:
“-Bilürem Sultanum” dedi. Abdal Musa:
“-Bak imdi gör okunı” dedi.
Kendi mübarek kolunu yukarı kaldırdı. Koltığunun altına saplı oku gösterdi. Gaybi beg, bakıp gördüki attığı ok Sultan Abdal Musa’nın koltuğuna saplanmış duruyor. Meğer bu geyik suretinde görünen bu asitenenin şeyhi Abdal Musa Sultan imiş. Begzade bu durumu görünce pek pişman oldu, utandı, bir vakit korku ve heyecanından kendine gelemedi. Kendine gelince hemen Sultan’ın elini öpüp, ayağına baş koydu, özür diledi, tazarru ve niyaz eyledi. Abdal Musa da koltuğunun altındaki oku çıkarıp Gaybi Beg’in önüne koydu ve şöyle dedi:
“-Dergahumuzda itizar ehline lutfu ihsan kapusı her zaman açukdur. Biz geçdük suçundan, bir dahı böyle etmeyesün, her gördüğün cana ok atmayasun.”

Kaygusuz Abdal’ın geyiğin peşine düşerek dergaha girmesi, sonrasında da attığı oku Abdal Musa’nın sol kolunun koltuğunun altında saplanmış olarak görmesi, gerçek bir veli ile karşılaştığna ve aynı zamanda her canlıda bir mânâ olduğuna işaret etmektedir.

‘Kaygusuz’ mahlasını alması
Alayi Gaybi Bey, Abdal Musa’nın dergâhında babasının(Hüsameddin Mahmud)rızasıyla kalmasının ardından kendini beylikten terk eder ve maddi hayattan kendini tamamı ile soyutlar. Zahir yani görünür alemden nefsini tecrit eder. Abdal Musa Sultan’ın huzurunda özünü dar’a çekip ikrar verir. Yola girerken ikinci kez dünyaya gelmiş sayılır. Bu nedenle biyolojik doğumla aldığı adını geride bırakır. Bundan sonra da Abdal Musa, Gaybi’nin yüzüne bakar ve şöyle der:
“Gaybi, kaygudan reha buldun; şimdiden sonra Kaygusuz oldun.”

“Kul Kaygusuz ayru düşmiş pirinden
Aglar gelür Sultan Abdal Musa’ya”
Kaygusuz Abdal, Abdal Musa Sultan’dan aldığı 3-4 yıllık eğitimin ardından Mısır’a gider. Mısır, anlaşıldığı kadarıyla o dönemde çeşitli bilimler için eğitimde ileri bir aşamadaydı. Bazı araştırmacılar Kaygusuz Abdal’ın eğitim amacıyla Mısır’da 3 sene kadar kaldığını belirtiyor. Bazılarına göre ise Kaygusuz, Hac vazifezi maksadıyla Mısır’a gidiyor.

Kaygusuz Abdal, Abdal Musa Tekkesi’ne Mısır dönüşü 40 kadar dervişi ile birlikte varır ama O’nu bulamaz. Yani Pir’i Abdal Musa Hak’ka yürümüş olsa gerekir. Hastaların şifa için geldiği, Rum Abdallarının ziyaret ettiği, beylerin saygı gösterdiği Abdal Musa’ya Kaygusuz Abdal’ın yazdığı şiir bunu doğrular niteliktedir:

Beglerimiz Avlan gölün üstüne
Onlar gelür sultan Abdal Musa’ya
Urum abdalları postın egnine
Baglar gelür sultan Abdal Musa’ya

Urum abdalları gelür dost diyü
Giydükleri nemed (aba) ile post diyü
Hastalar gelür derman isteyü
Sağlar gelür sultan Abdal Musa’ya

Talip oldur bi rün nefsün haklar
Pir oldur talibi hatadan saklar
Çalınur kudümler açılun sancaklar
Tuğlar gelür sultan Abdal Musa’ya

Er oglınun ikrarıdur yuları
Muhannidi çeksen gelmez ilerü
Ak Pınar’ın Yeşil Göl’ün suları
Çağlar gelür sultan Abdal Musa’ya

Hind’den bezirganlar gelür yayılur
Lokması çekilür açlar toyulur
Hakka aşık olan canlar soyulur
Begler gelür sultan Abdal Musa’ya

Ali zülfikarın aldı destine
Batın saldı kafirlerün üstüne
Tümen tümen olur Gencel(i) üstüne
Daglar gelür sultan Abdal Musa’ya

Aşure aylarında kanlar dökerler
Çeraglar uyarub gülbenk çekerler
Anlar bir olmuş birlüge biterler
Birler gelür sultan Abdal Musa’ya

Bir niyazım vardur Gani Kerim’den
Münkir bilmez evliyanın sırrundan
Kul Kaygusuz ayru düşmiş pirinden
Aglar gelür sultan Abdal Musa’ya

Kaygusuz Abdal Menakıbnamesinde ise Abdal Musa Sultan ile Kaygusuz Abdal’ın Mısır dönüşünde görüştükleri ifadelerine yer verilmektedir. Bu konu daha çok araştırma gerektiren bir husus gibi duruyor. Kaygusuz Abdal yukarıdaki şiiri Mısır dönüşü söylediyse son kıtadan Pir’ini bulamadığı sonucu çıkarılıyor. Yani görünür alemde O’ndan ayrı düşüyor. Menakıbnamede Kaygusuz Abdal’ın Anadolu’ya dönüşünde Şam, Humus, Halep, Antep, Birecik, Bağdat, Basra, Necef, Kerbela, Musul, Nusaybin, Avlan Gölü, Yeşil Göl, Genceli ve Tekke Köyü rotasını izlediği belirtiliyor.

Mısır’a ikinci gidişi
Kaygusuz Abdal’ın 1397-98’de Mısır’a ikinci kez gittiği sanılıyor. Dilguşa’yı da bu tarihte yazdığı anlaşılıyor. Kaygusuz Abdal, bu yapıtını Sultan Ebu’l Ferec’e (1399-1412) sunmuş olmalıdır. İsmail Kaygusuz, Kaygusuz Abdal’ın; Tekkesi Kasr ül-ayin’i de yine aynı sultanın izniyle açtığını ifade ediyor.

Türk edebiyatının hamseci ilk şairi
Kaygusuz Abdal’ın çok sayıda eseri bulunuyor. 8 mesnevisinin toplam beyiti 8 bini geçiyor. Gülistan, birinci mesnevi, ikinci mesnevi, üçüncü mesnevi, Dilgüşa, Sarayname, Gevhername ve Minber-name olmak üzere 8 müstakil mesnevisi, Kaygusuz Abdal’ı Türk Edebiyatı’nda ayrı bir konuma taşıyor. Araştırmacılar Ali Şir Nevai’den önce Kaygusuz Abdal’ın Türk Edebiyatı’nın ilk hamseci şairi olduğunu belirtiyor. Hamse 5 mesnevinin bir araya gelmesiyle oluşuyor.

Ord.Prof.Dr.Mehmet Fuad Köprülü’nün de bu konudaki tespitleri önemli. Köprülü, Bektaşi dervişlerinin halk içerisinde olmalarından dolayı Acem dili ve edebiyatı yerine milli dil ve edebiyata önem verdiklerini söylüyor. Bektaşi şairleri Türk zevkine uygun şekilde nefesler oluşturmaşlar aruz veznini iyi sayılacak düzeyde kullanamamışlardır. Şiirlerinde hece ölçüsü hakimdir. Köprülü, Kaygusuz Abdal’ın milli bir nitelik taşıdığını, eserlerinde Türkçe’ye büyük önem verdiğini vurguluyor. Nitekim abdal geleneği dediğimiz bu kültür bu yönü ile halk arasında çok güçlü bir geleneğe sahip olarak edebiyatta önem kazanıyor.

Türkçe’ye verdiği önem
 “Ey derviş mi-dani mi-dani der durursun. Sen hiç Türkice bilmez misün?”

“... ben Türkice’den başka dil bilmezem” diyen Kaygusuz Abdal Türkçe’yi ustaca kullanmış, ata sözlerinin yanında deyimleri de halkın kolay anlayabileceği şekilde kaleme almıştır. Gülistan adlı eserinde;


“Türk Dili’n Tanrı buyurdu Cebrail
Türk Dili’nce söylegil dur git digil

Türk Dili’nce Cebrail hey dur didi
Duru-gel Uçmag’un terkin ur didi”

beyitlerinden de anlaşılacağı üzere Adem’in cennetten kovulma vakasında Cebrail, Tanrı’nın buyruğunu Adem’e Türkçe olarak iletmektedir. Burada Kaygusuz Abdal Türkçe ve diğer dillerle ilgili bir mesaj veriyor. Bu mesaj batıni alanda dilin evrensel boyutudur.

Dil-güşa’dan:
İnsan zahiri ve batıni bir hakikattır
Hikmet denizinde işaretsiz bir işarettir
Eğer insanlık hakikatını bilmiyorsan
Var olduğun sürece onu araştır.
Eğer bu hikmetten haberdarsan
Hiç bir zaman ikilikten söz etmezsin.
Bu alem Hakka kavuşunca
Artık noksan kalmaz her şey kamil olur.
Bütün alem yabancı olur
Yabancı aşina olur ve artık yabancı kalmaz.
Şeytanlar yaptıklarından tövbe ederler
Ve bütün sırlarını açığa vururlar.
Dünya baştan başa nurla dolar
Ey kardeş bu haberden gafil olma
Tuz, şeker, ölüm hayat olur
Her şey güzeli gösteren ayna gibi olur.
Mesele hallolur ve müşgil kalmaz
Artık suale yer kalmaz
Bütün alem hakikatin nuru olur
Sıfata yer kalmaz her şeyin zatı görünür
Batıl kalmaz herşey hak olur
Bütün alem sevgilinin yüzü gibi olur
O Sultan her yerde yardıma yetişir
Dünya zevk ve safalarla dolar
Öyle bir meclis meydana gelirki
Her şey ölümsüzleşir ve ebedi kalır
Hak ortaya çıkar ve gizli bir şey kalmaz
Süleyman da karınca da hak oldu
Hiç bir üzüntüye yer kalmadı
Her taraf hakikat ve sevgilinin yüzü gibi oldu.


Mehmet ZENGİN, 04 Haziran 2015, İstanbul


Kaynaklar
-         Kaygusuz Abdal(Alaeddin Gaybi)Menakıbnamesi, Prof.Dr.Abdurrahman Güzel, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s.12,81,82,83,84,85
-         Kültür Tarihi Olarak Menakıbnameler, Ahmet Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu, s.18,19,20,21.
-         Alevi Bektaşi Klasikleri – Dil-güşa, Kaygusuz Abdal, Hazırlayan Prof.Dr.Abdurrahman Güzel, Proje Koordinatörü DoçDr.Osman Eğri, Türkiye Diyanet Vakfı, s.20,21,22,24,54,55,174.
-         Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, Ahmet Yaşar Ocak, s.206,207,208,209,201,211,212,213,214,215,216.
-         Abdal Musa Velayetnamesi, Prof.Dr.Abdurrahman Güzel, Türk Tarih Kurumu, s.28,31,32,104,105,107,150,151.
-         Osmanlı Toplumunda Dervişler ve Abdallar, Lucy Mary Jane Garnett, Dergah Yayınları, s.69,70,71,72,73,82,83.
-         Mehmet Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Alfa Basım Yayım, s.458,472,473,
-         Alevi-Bektaşi Klasikleri, Dastan-ı İbrahim Edhem – Dastan-ı Fatıma - Dastan-ı Hatun, Hazırlayan Doç.Dr.Mehmet Mahfuz Söylemez, s.31,32,33
-         Aşıkpaşa Tarihi,(Osmanlı Tarihi-1285/1502, Hazırlayan Prof.Dr. Necdet Öztürk, s.63,64,65.
-         Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası, Kırmızı Yayınları, Halil İnalcık, s.158,159,160,161,162,163

-         Alevi Ozanı ve Bilgesi Kaygusuz Abdal Sultan, http://www.ismailkaygusuz.com/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nefes mi, buğday mı? Yunus Emre

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli

Sarı Saltık