Horasan'dan Anadolu'ya Ahmed Yesevi
Horasan'dan
Anadolu'ya Ahmed Yesevi
“Mansur gelince darağacı eğilip
kendi aldı
Batın gözü açık olanlar hayran
kaldı
Işık salıp Allah kendi nazar
eyledi
Ey sevgili deyip cemalini
gördüm ben işte”
-Hoca Ahmed Yesevi, Hikmet
11’den...
“Türkistan’ın Sayram kentinde
Hz.Ali evladından Şeyh İbrahim adlı bir şeyh vardı. Şeyh öldüğü zaman geride
Gevher Şehnaz adlı büyük kızıyla Ahmed adında yedi yaşında bir çocuğu kaldı.
Ahmed daha küçük yaşından beri muhtelif tecellilere mazhar oluyor, yaşıyla
uymayan fevkaladelikler gösteriyordu. Daha küçüklüğünden beri Hızır Aleyhisselam’ın
yol göstericiliğine mazhar olan Ahmed, yedi yaşında babasından yetim kalınca
diğer manevi bir babadan terbiye gördü. Hazreti Peygamber’in manevi işaretiyle
ashaptan Şeyh Baba Arslan; Sayram’a gelerek O’nu irşad etti.”
Menkıbeye göre Arslan Baba
ashabın ileri gelenlerindendir. Bir söylentiye göre 400 yıl, bir diğer rivayete
göre de 700 sene yaşamıştır. O’nu Sayram’a getiren neden ise manevi bir işarete
dayanmaktaydı. Hz.Muhammed’in gazalarından birinde Ashabı-ı Kiram aç kalarak O’nun
huzuruna gelir ve biraz yiyecek ister. Peygamber’in duası ile Cebrail cennetten
bir tabak hurma getirir. Fakat hurmalardan biri yere düşer. Bunun üzerine
Cebrail “Bu hurma sizin ümmetinizden Ahmed Yesevi adlı birinin kısmetidir” der.
Hal böyle olunca Hz.Muhammed ashabına içlerinden birinin bu vazifeyi üzerine
almasını ister. Ashabından yalnızca Arslan Baba bu vazifeyi üzerine
alabileceğini söyler. Hazreti Peygamber, hurmayı teslim ederek, Arslan Baba’ya,
Ahmed Yesevi’yi nasıl bulacağının yolunu gösterir. Arslan Baba emaneti yerine
teslim eder ve bir yıl sonra da Hak’ka kavuşur.
“Yedi yaşta Arslan Baba’ya
verdim selam
Hak Mustafa emanetini eyleyin
armağan
İşte o zamanda binbir zikrini
eyledim tamam
Nefsim ölüp lâ mekana yükseldim
ben işte.”
-Hikmet 1’den...
Rivayet bu şekilde ama elbette
dönemsel olarak arada yüzyıllar var. Halk arasında sürgit devam eden bu söylence
günümüze kadar ulaşmıştır.
![]() |
Ahmed Yesevi, Arslan Baba’dan
irşad aldıktan sonra O’nun işaretiyle Buhara'ya
giderek Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî'ye intisap eder. Hoca Ahmed Yesevî uzun süre şeyhinin
irşatlarından faydalanır ve O’nun üçüncü halifesi olur. Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî
1140'ta Hak’ka kavuşunca sırasıyla birinci ve ikinci halife onun yerini almış,
nihayet 1160'ta Ahmed Yesevî irşat postuna oturmuştur.
Bir müddet sonra bu
makamı dördüncü halifeye terk eden Hoca Ahmed Yesevî, Yesi'ye döner. Yesi kasabasında çevresine ışık saçmak ve
yol göstermekle meşgul olan Hoca Ahmed Yesevi’nin, müritleri artmaya ve ünü
yayılmaya başlar. Zahir ve Batın ilminde zamanın ileri gelenlerinden de üstündür.
Öğrencilerine bu ilimleri anlatmakta, ibadetle meşgul olmakta ve boş zamanlarında
tahta kaşık ile kepçe yontmaktadır. Hızır Aleyhisselam ile de muhasiptir. Ahmed Yesevi yaşamının sonuna kadar irşatlarına orada devam
etmiş ve 1160 yılında Hak’ka yürümüştür. Vefatından sonra halifeleri tarafından
irşatları devam ettirilmiştir. Bilhassa üçüncü halifesi Süleyman Hakîm Ata,
Ahmed Yesevî gibi hikmetler söylemesiyle tanınmış ve kerâmetleriyle Türkistan
halkı tarafından çok benimsenmiştir.
Turna
donuna giren erenler...
Hoca Yesevi’nin eriştiği
mertebeyi ifade etmesi açısından şu menkıbe de önemli bir yer tutar:
“Ananeye göre Horasan erenleri
O’na büyük bir kıymet vermekle beraber hakiki derecesinin yüksekliğini layıkıyla
bilmiyorlardı. Büyük bir toplantı tertip ederek Hoca Ahmed’i de oraya davete
karar verdiler. İçlerinden biri turna donuna girerek hocaya haber vermek
amacıyla yola çıktı. Batın kuvvetiyle bu işi haber alan Ahmed Yesevi, yedi
erenin yanına geleceğini haber vererek beraberine bazı dervişlerini aldı ve
turna donuna girerek onları karşılamaya çıktı. Semarkant sınırındaki bir büyük
nehirde iki taraf buluştular. Horasan erenleri Hoca Ahmed Yesevi’nin bu büyük
kudretine karşı hayran kaldılar. Sohbet sırasında Hoca Ahmed Yesevi nehire bir
nazar kıldı zira bir bezirgan bütün malı ve davarlarıyla sudan geçerken,
hepsini su almış, bezirgan da kurtulduğu taktirde malının yarısını
bağışlayacağını vaat etmişti. Hoca bunun üzerine bezirganı kurtardı ve hemen
şeklini değiştirerek insana büründü. Bezirgan da derhal kurtarıcısının eline
sarıldı. Bütün malının yarısını ona verdi. Hoca Ahmed bu kadar serveti alıp
Horasan’a geldi ve hepsini oranın erenlerine bağışladı. Nihayetsiz tazimlere
mazhar oldu.”
Yaşarken
toprağa girmek
Rivayete göre Ahmed
Yesevi 63 yaşına gelince Hazreti Peygamber'e olan bağlılığından dolayı bir kuyu
kazdırmış ve geri kalan ömrünü bu kuyunun dibindeki tek kişilik hücrede
geçirmiştir. Vilayet-Name’de
anlatıldığına göre ise Hoca Ahmed Yasevi’nin başında “Elifi Tac” bulunmaktadır.
Bu tac; hırka, alem, seccade, çerağ ve sofrayla, Tanrı’dan Muhammed Peygambere
verilmiş olup, O da erkanla Murtaza Ali’ye teslim etmiştir. İmam Ali silsesiyle
bu emanetler İmam Rıza yoluyla Hoca Ahmed Yesevi’ye ulaşmıştır.
Hoca
Ahmed Yesevi’nin toplumdaki yeri
Ahmet Yesevi’nin Türkmen
toplumunda saygı duyulan ve hürmet gösterilen bir ulu kişi olarak yer alması;
elbette O’nun Türkmen gelenek ve göreneklerine bağlılığı ile İslam’ı topluma
nasıl tanıttığına bağlıdır. Hoca Ahmed Yesevi Türk toplumunu ayakta tutan
kültürel değerlere bağlı kalarak İslam anlayışını bu çerçevede
değerlendirmiştir. Bir nevi, toplum geleneklerini İslam dini ile harmanlayarak
birleştirmiş, dini halkla yoğurmuştur. “Marifet ve Hakikat”tan söz ederken
Mansur’u da hikmetlerinde ele alması, radikal İslam’a bir karşı duruştur aynı
zamanda. İbadetten geri durmamış ama bunu da belirli bir şekle sokmamıştır.
Ahmed Yesevi, “Zahir” ilmine vakıf olmakla birlikte “Batın” ilmine de hakimdir.
Ord.Prof.Dr. Mehmet Fuad
Köprülü, Yeseviye’nin Orta Asya’da kurulmuş olan en eski Türk tarikatı olduğunu
belirterek tarikatın bazı ayinlerinin Şamanizm ile alakası olduğunu bildirmektedir.
Hatta bir düzeltme de yaparak tarikatın ortodoks mahiyetli değil, tamamıyla
Heteredoks bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktadır. Bir başka deyişle
Yeseviliğin halk İslamı yönünün çok kuvvetli olduğunu söylemektedir.
“Şeriatta maksat odur yola
girmek
Tarikatta maksat odur nefsten
geçmek
Hakikatta aziz canı feda
eylemek
Candan geçmeden aşk şarabını
içse olmaz
Kamil olmadan “Şeyhim” diye
iddia eden
Kendi yapmadan halk içinde vaaz
edip söyleyen
Sözü yalan dünya için amel
işleyen
Dünyayı bırakmayınca “Hal”
ilmini bilse olmaz
Erenler bu yola adım attı
Mücahede derdi ile amel eyledi
Mükaşefe batın içinde malum
oldu
Böyle olmayınca dergahına yetse
olmaz”
Hikmet 124’ten...
Yeseviliği
Anadolu’ya taşıyan erenler
Ahmed Yesevi’nin manevi nüfuzu
Rumeli’de, Küçük Asya’da, Azerbaycan’da ve Batı Türkleri’nde uzun müddet devam
etmiştir.
Ahmed Yesevi’nin ilk halifesi
Arslan Baba’nın oğlu Mansur Atadır. Mansur Ata’dan sonra yerine oğlu Abdülmelik
Ata O’ndan sonra da oğlu Tac Hoca geçmiştir ki meşhur Zengi Ata’nın oğludur.
İkinci Halifesi ise hakkında pek fazla bilgi bulunmayan Harezmli Said Ata’dır. Üçüncü
Halifesi ise Hakim Ata’dır.
Gezgin Evliya Çelebi de, Ahmed
Yesevi’nin Anadolu’daki halifelerinden söz ederken bu halifelerin türbelerini de
ziyaret ettiğini belirtir. Merzifon’da Pir Dede, Akyazılı, Geyikli Baba, Abdal
Musa ve Horos Dede O’nun halifeleri arasında yer alırlar. Geyikli Baba ve Abdal
Musa, Osmanlı Devleti’nin yükselişinde rol alan şahsiyetler arasında
bulunurlar. Bu erenlerden Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli’nin amcasının oğludur.
Tarihçi Ali de Bozok sancağında
olan Osman Baba tekkesini yaptıran Emir Çin Osman(Emir Cem Sultan)’ı Ahmed
Yesevi’nin halifeleri arasında gösterir. Emir Cem Sultan ile Hacı Bektaş
arasındaki ilişkiye Vilayet-Name’de de değinilmektedir. Emir Cem Sultan kendi
meclisinde “Ne derdiniz var ki, kıble tarafında Hünkar gibi bir er var” derken Hacı
Bektaş Hünkar’ın da, kendi meclisinde geçen bir sözde “Ne derdiniz var ki,
güneyimizde Emir Cem gibi bir er var...” dediği belirtilir.
Hoca Ahmed Yesevi Bektaşi
geleneklerinde önemli bir yer tutar. Hoca Ahmed Yesevi’deki kutsal emanetler
menkıbeye göre Hacı Bektaş Veli’ye bir sınanma esnasında geçer. Bu kutsal
emanetler, yukarıda da belirtildiği üzere sofra, alem, seccade, çerağ, tac ve
hırkadır.
Hoca Ahmed Yesevi’yi Anadolu
tasavvuf anlayışının merkezine yerleştirmek ne kadar yanlışsa hiç etkisinin
olmadığını da söylemek o derece hatalı olacaktır. Burada bazı soru işaretleri
de akla gelmektedir. Bunlardan belki de en önemlisi Bektaşi geleneklerinde
sıkça yer almasıdır. Eğer Yesevilik sünni bir tarikat ise Bektaşilik’te bu
kadar önem verilmesi nasıl açıklanabilir?
Bir
tartışma konusu
Pek çok kaynak Yesevilik
öğretisinin Anadolu’da yaygın olduğunu ve Anadolu’nun düşünce iklimini
etkilediğini dile getirse de bu görüşü benimsemeyen tarihçi yazarlar da
bulunmaktadır. Bazı tarihçiler Anadolu’ya çok uzak bir coğrafyada yaşayan
Yesevi’nin Batı Türkleri arasında değil Doğu Türkleri arasında etkili olduğunu
savunmaktadırlar. Türk dünyasının ortak isimlerinden olup Hoca Yesevi’nin Anadolu’nun
çok uzağında olduğu görüşünü savunan bu tarihçiler, Hoca Ahmet Yesevi’nin Türk
edebiyatına katkısının olmadığını ileri sürmektedirler. Bunun nedenini de
özellikle Divan-ı Hikmet’in Hoca Ahmet Yesevi’nin Hak’ka kavuşmasından çok sonraları
kayda geçirilmiş olmasına bağlamaktadırlar. Bu tarihçilere göre Ahmet Yesevi;
Hacı Bektaş Veli, Mevlana ve Yunus Emre kadar Anadolu’ya tesir edememiştir.
Divan’ı Hikmet’in çok sonraları yazılmış olmasının yanı sıra hikmetlerin bir
bölümünün Hacı Bektaş’tan alınmış olduğu da savunulan bir husustur. Ancak
hikmetlerini, halkın anlayacağı dilde Türkçe olarak anlatan ve Türk diline önem
veren Hoca Ahmed Yesevi’nin ilkelerinin Anadolu’ya taşınmadığını söylemek de
çok doğru olmasa gerek. Zira özellikle Bektaşilikte büyük değere sahip bu
öğreti, diğer bazı tarikatların da kaynağı olarak görülür.
Mehmet ZENGİN / Eklemeler 16
Eylül 2016 İstanbul.
Kaynaklar
-Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Mehmet Fuad Köprülü, Alfa Kitap,
s.77-90,102,103,104,105.
-Divan-ı Hikmet, Hoca Ahmed Yesevi, Hazırlayan Dr.Hayati Bice, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, s.9-25,66,87.
-Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Vilayet-Name, Abdülbaki Gölpınarlı,
İnkılap Kitabevi, s.14,15,16,17.
-Yunus Emre’nin Mürşidi Taptuk Emre, Mustafa Tatcı, Nallıhan Turim Gönüllüleri
Derneği, Ankara 2012,s.109-128.
-Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Ord.Prof.Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Akçağ
Yayınları, s.117,118,119,120.
-Anadolu’da İslamiyet, Ord.Prof.Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Akçağ Yayınları,
s.28,29,30,33,35,36.
-Tarihte ve Bugün Şamanizm, Abdülkadir İnan, Türk Tarih Kurumu, s.28-38.
-Aşıkpaşazade Tarihi,-Osmanlı Tarihi 1285-1502-, Hazırlayan Prof.Dr.Necdet
Öztürk, Bilge Kültür Sanat, s.63,64,65,307,308.
-Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, Kuruluş, Halil İnalcık- Hasan Soyugüzel, Özer
Ergenç, Yusuf Oğuzoğlu, Yakup Bilgin Koçal, Hayykitap, 72,74,76,77,78,79.
-Dede Garkın ve Emirci Sultan, Ahmet Yaşar Ocak,Dergah Yayınları,s.189-214.
-Türk Kültür Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Ahmet Yaşar Ocak Türk Tarih Kurumu,
s.10-18, 36,37,38,39,45,46,47.
-Yunus Emre Divanı ve Şerhi, M.Efdal Emre, Eser Kitap, s.21,22.
-Divan-ı Hikmet, Hoca Ahmed Yesevi, Hazırlayan Dr.Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s.9-25,66,87.
-Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Vilayet-Name, Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, s.14,15,16,17.
-Yunus Emre’nin Mürşidi Taptuk Emre, Mustafa Tatcı, Nallıhan Turim Gönüllüleri Derneği, Ankara 2012,s.109-128.
-Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Ord.Prof.Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Akçağ Yayınları, s.117,118,119,120.
-Anadolu’da İslamiyet, Ord.Prof.Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Akçağ Yayınları, s.28,29,30,33,35,36.
-Tarihte ve Bugün Şamanizm, Abdülkadir İnan, Türk Tarih Kurumu, s.28-38.
-Aşıkpaşazade Tarihi,-Osmanlı Tarihi 1285-1502-, Hazırlayan Prof.Dr.Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat, s.63,64,65,307,308.
-Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, Kuruluş, Halil İnalcık- Hasan Soyugüzel, Özer Ergenç, Yusuf Oğuzoğlu, Yakup Bilgin Koçal, Hayykitap, 72,74,76,77,78,79.
-Dede Garkın ve Emirci Sultan, Ahmet Yaşar Ocak,Dergah Yayınları,s.189-214.
-Türk Kültür Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Ahmet Yaşar Ocak Türk Tarih Kurumu, s.10-18, 36,37,38,39,45,46,47.
-Yunus Emre Divanı ve Şerhi, M.Efdal Emre, Eser Kitap, s.21,22.
Yorumlar
Yorum Gönder