Mevlana

Anadolu’nun Nefesi 14
Mevlana


“Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın herkes ağlayıp inledi.
Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki, iştiyak derdini açayım.
Aslından uzak düşen kişi yine vuslat zamanını arar.
Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de.
Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı. Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde kulakta o nur yok.
Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin yok.
Bu neyin sesi ateştir, hava değil, kimde bu ateş yoksa yok olsun.
Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudur ki şarabın içine düşmüştür.
Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı haldaşıdır.
Onun perdeleri perdelerimizi yırttı.
Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemdem, hem bir müştak kim gördü?
Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssaslarını söylemektedir.
Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de
Kulaktan başka müşteri yoktur.”

“Ney”in feryadı ile başlayan Mesnevi, Cicero’nun söylediği gibi belki de herşeyin bitmek için başladığını anlatmaktadır. Edebi yönden incelendiğinde yazıldığı döneme ışık tutan bu kaynak, 26 bine yaklaşan beyitle; Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin yaşamını özetlediği “Hamdım, piştim, yandım” ifadesinin de en yakın tanığıdır. Mevlana ve Mesnevi, sadece Doğuda değil, Batıda da araştırmalara konu olmuştur. 13. asrın düşünce ikliminde; Anadolu erenlerinden Hacı Bektaş-ı Veli, Tapduk Emre ve Yunus Emre gibi hoşgörü ilminin aşılayıcılarından kabul edilen Mevlana(D.1207- Belh), Hakk’a kavuştuğu (1273-Konya) yıla kadar hep arayış içinde olmuş, insanı, Hakk’ı ve aşkı bulmaya çalışmıştır.

Akliyeciler ile Sezgiciler 
Mevlana’nın babası, Belh’in tanınmış simalarından Bahâeddin Veled’dir ve Sultanül Ulema olarak ün kazanmıştır. Veled; tanınan, saygı duyulan bir kişidir. Mevlana’nın ailesinin Belh’ten ayrılmasında Moğol baskısının büyük etkisi olmakla birlikte politik unsurların da rol oynadığı araştırmacılar tarafından dile getirilen bir unsurdur. Bahâeddin Veled’in Belh kentinden ayrılış gerekçeleri, kaynaklara açık olarak yansımamıştır. Fakat O’nun bu coğrafyadaki siyâsî gelişmelerle birlikte, fikirlerini Ma‘ârif isimli eserinde tenkit ettiği ünlü bilgin Fahreddîn-i Râzî’nin (ö.1209) ve Râzi’nin görüşlerine itibar eden Hârizmşâh Muhammed’in (ö.1220) etkisi mümkün görünen bir husustur. Vaktiyle Horasan’da “Akliyeci”ler ve “Sezgici”ler arasında büyük bir mücadele yaşanmıştır. Rasyonalistler ile içe doğuşçuların bu mücadelesinde aklı ön planda tutanlar; gerçeğe ve bilgiye ulaşmada akıl ve mantığın üstünlüğü üzerinde durmuşlar; imana, Allah’a ulaşmanın da akıl ile mümkün olabileceğini savunmuşlardır. Sezgiciler ise bunun tam zıddını dile getirmişler, gerçek bilgiye sezgi ile ulaşılabileceğini, imana varmada ve Allah’a ulaşmada aklın hiçbir fonksiyonunun olmadığını iddia etmişlerdir. Mevlana da babası Bahâeddin Veled gibi sezgicilerden yana bir görüşe sahip olarak yetişmiş, içinde yer almıştır. Mevlana, sofistleri, natüralistleri ve rasyonelistleri yermekle birlikte inanca dayalı, doğunun havasını taşıyan bir felsefe yapmaktan da geri durmamıştır.

Aile, Belh’ten ayrıldıktan sonra Anadolu’nun çeşitli illerinde dolaşmış ve en son Karaman(Larende) ikametinin ardından Alaeddin Keykubat’ın daveti ile Konya’ya yerleşmiştir. Bahaeddin Veled ve ailesi, burada halkın saygınlığını kazanmıştır. Mevlana da babasının yolundan gitmiş, ilim öğrenmiş ve feyz almıştır. Babasının Hakk’a kavuşmasından sonra da Mevlana, Sultanül Ulema’nın varisi olmuştur. Vaazlar, nasihatlar ve tezkirelerin kapılarını aralamış, gönüllerde yer edinmiştir.

“Doğudan da gelmedim, Batıdan da,
Yerim yurdum ne topraktır, ne deniz,
Ne insanlar akrabamdır, ne melekler, periler,
Ben ateş de değilim köpük de
Ne tozum ne şebnem.”

Mevlana

Mevlana’nın hayatındaki büyük değişim Konya’ya O’nu bulmaya Tebriz’den gelen Batıni bir derviş ile değişmiştir. Bazı kaynaklarda İsmaili Daisi olduğu söylenen bu derviş, Şemstir...

“Hazreti Muhammed mi daha büyüktür yoksa
 Bayezid-ı Bestami mi?”
Şemsi Tebrizi gördüğü bir rüyanın tesiyle 1244/45’te Konya’ya gelerek Şekerciler Hanı’nda kalmaya başlar. Mevlana’nın Meram Bağları’nda olduğunu öğrenir ve Meram yolunda O’nu beklemeye koyulur. Bir zaman sonra Mevlana bir katır üstünde belirir. Şems, katırın dizginlerine yapışır ve hemen sorar:
-Söyle bana, Hazreti Muhammed mi daha büyüktür yoksa Bayezid-ı Bestami mi?
Mevlana bu soruya öfkelenir ve “Bu ne biçim bir sorudur. Hazreti Muhammed peygamberlerin sonuncusu ve en yücesidir” der. Şems ise “Ama niçin Hazreti Muhammed ‘Yarabbi biz seni sana layık bilgiyle bilemedik’ dediği halde Bayezid, ‘Ben uluyum, şanım ne yücedir’ diye öğünmüştür? Sorusuyla karşılık verir.

Bu sorunun büyüklüğü karşısında Mevlana kendinden geçer ve yere yığılır. Bir süre sonra gözlerini açtığında Şems’i, elinden tutarak medresesine götürür. Anlatıldığına göre burada Mevlana ile Şems 40 gün boyunca halvete çekilirler.

Bir garip hâl
“Utarit gibi defterler ve kitaplarla meşguldüm,
Bütün ediplerin üst başında oturmuştum.
Fakat sakinin alın levhasını görünce kendimden geçtim,
Elimdeki kalemleri kırıp attım.”

Mevlana

Batın aleminin sırlarını Şems ile gören Mevlana, zahir alemden ziyade bu görünmeyen mânâ alemine öyle kapılır ki, dünyevi halleri bırakır. Şiir yazmaya başlar. Gerek Mevlana gerekse de Şems, konuşmadan da birbirlerini anlamakta, bazen de saatlerce oturup tek söz dahi etmemektedirler.

Mevlana’nın ikinci eşi Kira Hatun’dan rivayet edilen bir vaka da bunu destekler bir durumdadır:

“Bir gün Mevlana hazretleri kış ortasında Şemsi Tebriz-i hazretleriyle yalnız başlarına bir odada oturmuşlardı. Mevlana, Şemseddin’in dizine dayanmıştı. Ben de ne sırlar söylüyorlar ve aralarında neler geçiyor diye odanın kapısının deliğine kulağımı koymuştum. Birden bire evin duvarının açıldığını gayb alemine mensup altı heybetli adamın içeri girip selam verdiklerini, yeri öptüklerini, bir deste gülü de Mevlana’nın önüne koyduklarını gördüm. Tam bir huşu içinde öğle namazına kadar oturdular. Şöyle ki hiçbir kelime konuşmadılar. Mevlana hazretleri Şemseddin’e namaz kılalım imamlık edin diye işaret etti. Şemseddin ise “Siz olduktan sonra kimseye imamlık düşmez” dedi. Mevlana imamlık etti. Namaz bittikten sonra o altı ulu kişi büyük bir saygı ve uğurlama ile geldikleri duvardan tekrar gittiler. Ben de bunun heybetinden kendimden geçmişim.”

Etme
Şems’in Mevlana ile buluşması Konya halkında ve dervişlerinde olumsuz bir tesir yaratmıştı. Cuma vaazlarına gitmeyen, sohbet meclislerinden uzak duran Mevlana’nın bu tavrı; Şems hakkında hasetliklere ve kıskançlıklara sebep olmuştu.

Şems’in Mevlana’ya tuttuğu ayna öylesine güçlüydü ki Mevlana bu aynada kendi cemalini görmekle kalmadı, birliğe de ulaştı.
“Ben O’yum O da ben” diyen Mevlana sırra vakıf olmuştu. O sır ki benliklerin ortadan kalkıp bir olmanın yolunu açan hakikattı; kendi varlığında Tanrıyı bulmaktı.

“Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben,
Ben hem benim hem de senim, sen de benim,
Bir öyle garip hale geldim ki bugün,
Sen ben misin bilmiyorum, ben mi senim.”


Mevla’nın vaktini Şems ile geçirmesi, büyük bir çalkantıya dönüştü. Politik sebepler de işin içine girince Şems artık istenmen kişiydi. Önce Şam’a gitti geri döndü ancak daha sonra ebediyen görünmedi...


“Duydum ki, bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yad eller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, ziyan olmuş senin için
Bizi öyle harab, öyle ziyan ediyorsun, etme.

Ey, makamı var ile yokun üstünde olan
Sen varlık sahasını terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan
Sen ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Âşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir dokunmaz bize
Sen zehri şeker, şekeri zehr ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.”

Mevlana


Aşk

İslam dünyasında dini danslar iki tarikatta görülmektedir. bunlardan biri Mevlevilik diğeri de Bektaşiliktir(Bektaşilik’te Semah denir). Sema, Mevlevi tarikatının dinsel ritüelidir. İnsanı yaratıcıya yaklaştırdığı düşünülmektedir ve yıldızların güneş çevresinde dönmesini simgeler. Sema sırasında sağ el gökyüzüne, sol el ise yere dönüktür. Sağ el Tanrı’dan gelecek ihsanları kabul etmeyi, sol el de paylaşmayı ifade eder.

“Akıl kişilerin bağıdır, aşk bu bağı çözer
Akıl der ki taşkınlık etme! Aşk da teklifsiz davran der!”

Tebrizli Şems

Pek dile getirilen bir unsur olmasa da “sema”nın Mevlana’da, Şems ile şekil aldığı görülüyor. Yani semaya Mevlana’yı rağbet ettiren Şemstir.Eski Türk inançlarında olduğu gibi... Mevlana, Şems’in gösterdiği yolda öylesine bir aşka vakıf olmuştu ki orada gerçek aşkı, yaratılış aşkını buldu. İlahi aşkla yandı ve kavruldu.

İnanç sistemlerinde pek çok simgenin müzik ile kuşaklar boyu yaşadığı düşünülürse, Şems’in Mevleviliğe ne kadar büyük bir etki bıraktığı da kolaylıkla hesap edilebilir. Uygarlaşma sürecinde sanatın en eski belirtisi olarak görülen dans, böylelikle Mevlevilik’te de yer almaya başlamış oldu.

“Aşksız yaşama ki, ölü olmayasın;
Aşkla öl ki diri olasın”

Mevlana




Mehmet ZENGİN
14 Haziran 2017, İstanbul


Kaynaklar
-Mesnevi, Çeviren: Veled Çelebi, Gözden geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı, Doğan Kitap, s.51.
-Makalat, Şems-i Tebrizi, Ataç Yayınları, s.14,15,16,17,18,41,47.
-Selçuklular Zamanında Konya’da Dini ve Fikri Hareketler, Prof.Dr.Mikail Bayram, Nüve Kültür Merkezi Yayınları, s.67,69,70,71,72,73.
-Osmanlı Toplumanda Dervişler ve Abdallar, Lucy Mary Jane Garnett, Dergah Yayınları, s.52,53,54,55,56.
-Ariflerin Menkıbeleri, Ahmed Eflaki, Kabalcı Yayınları, s.77,78,79,80,81,82,83,125,126,127,128.
-Mevlana’nın Aşk ve İnsan Felsefesi(Makale), Doç.Dr. İbrahim Arslanoğlu, G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.
-Ahi Evren Mevlana Mücadelesi, Prof.Dr.Mikail Bayram, Nüve Kültür Merkezi Yayınları, s.59,61,65,102,103,104,105,106.
-Kültür Tarihi Olarak Menakıbnameler, Ahmet Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu, s.46,47,48.
-Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Mehmet Fuad Köprülü,Alfa Tarih, s.312,318,319,320,321,322,323,324.
-Anadolu’da İslamiyet, Ord.Prof.Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Akçağ Basım Yayım, s.50,51,72,73,74,75,76,77.
-TRT Radyo Televizyon Dergisi, Haziran 2007, Sayı 217,s.4,5,6,7,8,9.
-Mevlânâ Celaleddîn-i Rumi, Prof.Dr. Adnan Karaismailoğlu, Amasya Belediyesi Yayınları, Amasya 2010, s.7,8,9,10.
-Mevlevilik ve Bektaşiliğin Simgesi Olan Ayin ve Ayin Müziğinin Karşılıklı Tahlili, Nuran Ayaz - Doç.Dr.Aynur Sultanova, İdil Dergisi, Sayı 7.
-http://www.ismailkaygusuz.com /Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kişiliği
-Mevlana Ve Felsefesi, Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/731/9291.pdf
-http://www.ismailkaygusuz.com / Hacı Bektaş Veli ve Mevlâna Celâleddin İlşkileri
-Mevla Celaleddin Rumi, Şiirler, Yayınlayan antoloji.com Kültür Sanat, 2004

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nefes mi, buğday mı? Yunus Emre

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli

Sarı Saltık